Olağanüstü hayatlar nerede yaşanıyor?
Güçlü Işık
Denemeler bazı şeylerin yaşayarak öğrenilemeyeceğini, onların oburlarının tecrübelerinden de faydalanmamız ve öğrenmemiz gerektiğini fısıldayan metinlerdir. Okuyucunun okuma listesinde olması gereken kitapların başında gelirler. Son yıllarda hayata, mutfağa, gündelik hayata dair yazılan yazıların çoğu gözden kaçırmışız. Şu anda bahsettiğim kitaplardan birini okuyorum. Fransız yazar Adele Van Reeth’in kaleme aldığı ‘Sıradan Hayat’, Notos Book etiketiyle yılın son ayında yayımlandı. ‘Sıradan Hayat’ okuyucuyu uzak diyarlara götüren ve hayatı üzerinde bir yolculuğa çıkaran kitaplardan biridir.
Adele Van Reeth, Fransız köşe yazarı, filozof ve radyo sunucusu. Amerikalı filozof Stanley Cavell’in çalışmalarından yola çıkarak sıradanlık kavramı üzerine araştırmalar yapıyor. Yazılarından birinin alt başlığını Mutluluğun Peşinde olarak belirleyen Reeth, Stanley Cavell ile buluştuğu bir yemek davetinde filozofa sıradanlığı sorar ancak net bir cevap alamaz. Sonunda, hayatı boyunca ona eşlik eden yazar ve filozoflarda tatmin edici bir vasatlık tanımı bulamadığı için hayal kırıklığına uğrar.
Kitap boyunca Socrates’ten Henry David Thoreau’ya, Emerson’dan Jack Kerouac’a kadar sanatın farklı dallarından birçok filozof, yazar ve sinemacının görüşlerini okuyoruz. Ancak kitabın sıra dışı yanı, yazarın içinde büyüyen bir diğer canlı olan bebek, iki kalbin tek vücutta attığı duygunun yoğunluğu, hanımefendinin yaratıcılığı. Muhabirin kadın olması ve kadınlık hallerinden bahsetmesi yazılarına ayrı bir samimiyet katıyor. Reeth, tek çocuğu ve birlikte yaşadığı adamın üç çocuğuyla olan ilişkisini, anlatımını otobiyografik öğelerle farklı başlıklar altında kaleme almıştır. Doktor, kürtajdan önce yattığı ultrason muayenehanesinde ikizleri olduğunu söyleyince Reeth önceki kararını yeniden gözden geçirir. “Bu, eylemimi iki kat daha belirgin hale getirdi mi? Yoksa işi iki kat mı zorlaştırıyordu? Böylesine değerli bir karar aşamasında seleflerinin yazılarına başvurur ve bir kez daha düşünür. Ebenin Fransızca karşılığı bilge hanımdır. “Sokrates ruhu doğurduğu gibi, ebe de bedenleri doğurur. Ama ikisi de sadece ‘doğurmaya hazır’ ile meşgul. Ne de olsa ikisi de ‘uyandırma ve bu acıyı dindirme’ tekniklerini biliyor, doğumun her zaman acı içinde gerçekleştiğini biliyorlar.” Reeth doğum yapmaya, acı çekmeye ve yeniden rahatlamaya hazır mı?
Doğum, ölüm, hastalık, göç, sevilen birinin evlenmesi ya da kaybı, ayrılık ya da travma, sıradan hayatımızın akışını değiştiren değerli kavşaklardır. Başımıza gelen her korkunç olayda, hayatımızdaki birçok şeyi geri sarar, yeniden gözden geçiririz; O an bulunduğumuz noktada, bizi tıkayan meselede, görmezden geldiğimiz, görmezden geldiğimiz birden fazla şey kendimizi yeniden sorgulamamıza neden oluyor. Nerede yanlış yaptım sorusu yeni bir yol arayışıyla aklımızda çınlıyor.
Kitapta biz okuyucuları sıradan hayatın dışına çıkaran birçok bölümle karşılaşıyoruz. Özellikle bir yerde yazarın düşünceleri zihnimde domino taşı etkisi yaratmıştı: “Uzun süre tıpkı yerde ya da çok iyi tanıdığım insanların yanında kaldığım zamanlar gibi, sıradan hayat birdenbire büyük bir vahşete dönüşüyor. , beklenenin aksine – sözde bir ipte asılı duran bir ceset salonun ortasında duruyordu ve gol hiçbir şey değildi. Hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam etmektir. Bu durum çok erken başladı, rastgele bir anda beni tiksindiren bu ‘neredeyse hiçbir şey’ doygunluğu, yüzün ortasına inen aparkatlar olarak selamladığım otomatik cümleler. İnsanlarla yakınlaştıkça bu şiddete daha çok maruz kalıyorum. Her zaman ayakları yere basan telaffuzlar, söylendiğinde muazzam bir hüsrana neden olan öngörülebilir sözler.” İnsanoğlunda böylesine ağır duygular uyandıran, bireye yeni yollar açan, onu içinde bulunduğu duruma katlanmaya zorlamayan da kuşkusuz okudukları hayat ve bu şekilde kurdukları hayattır.
Kitabı bir kenara koyduğumda kendimi neşe, zevk ve tatmin kavramları üzerine düşünürken buluyorum. Olaylara ve yaşanmışlıklara duyarlılığımız arttıkça bu üç duygu bir anda yok olur ve geriye sadece acının kalıntılarını bırakır. Ancak hiçbir duygu her zaman değildir, bunu biliyoruz, hepsi birbirini farklı şekillerde tetikler, üzüntü olmadan mutluluk anlamsız olur, her şey zıttı ile var olabilir. Bakış açımız, duygularımızın yoğunluğunu belirleyen en aktif duruş olmalıdır.
Pascal, “İnsanın mutsuzluğu tek bir şeyden kaynaklanır, o da bir odada sakin kalamamasıdır” der. Bir noktada, modern şehir insan çıkmazına kapı aralıyor. Aşırı uyuşturucu, alkol ve antidepresan kullanımı içinde bulunduğumuz durumdan kurtulma çabasından başka her şey olabilir. Bugün sıradan olan, bize sıradan gelen ama bizi mutlu etmeyen birçok şeyi yıkmalı, sıra dışı şeyler yaratmalıyız. bunun yerine yaşamlar, yapılar, anılar ki muhtemelen tek sorunumuz bu. Bunca yıldır geriye bakmadan inşa ettiğimiz, dişten tırnağa çoğalttığımız ama karşılığında büyük bir hayat verdiğimiz çalışmalarımızı ve alışkanlıklarımızı geride bırakmalıyız. Bunu yapmak cesaret ister ne yazık ki yaşadığımız hayatlar, yaşadığımız hayatlar en başından bu cesareti bizden alıyor ve içini kaygıyla dolduruyor. Geriye teslimiyet, çaresizlik kalıyor. İşte tam bu noktada sıradan hayatların rahatlığına sığınıyor, kazananı olmayan herkesin üstünde olmak için yarışta nefesimiz tükeniyor. Herhalde sıra dışının göz kamaştıran hayatını önümüze bir hedef olarak koymalıyız ya da yaşadığımız hayata isyan etmeliyiz.
Kitap, okuyucuya sıradan hayatlara farklı bir bakış açısı sunuyor. Kitabın son sayfasını çevirdiğimde fikirlerimi yeniden şekillendirmeye, sıradan olanı aramaya, sıra dışı olanı düşünmeye çalışıyorum. Sevdiğimiz, hayatımız boyunca yaptığımız şey sıradanlığın peşinden gitmek ya da herkes gibi olmak değil mi?
Günler sonra George Elliot’ın ‘Middlemarch’ adlı romanından altını çizdiğim birkaç cümleye rastlıyorum: “İnsanların tamamen sıradan hayatlarına dair keskin bir vizyon ve sezgilerimiz olsaydı, çimenlerin büyüme sesini ve kalp atışlarını duymak gibi olurdu. sincap kümesi. Sessizliğin karşı hattında duran bu uğultudan ölmeliydik. Bu yüzden en hızlı olanımıza saçmalık yumağı denir.” Bu durumda sıradan hayat ne zaman, nerede, nasıl başlar ya da bir hayatın sıradan olup olmadığına kim karar verir, en çok yanılanlar olarak kesinlikle biz değil miyiz? karşı çıkanlar, karşı olanlar, neye karşı, peki, bizi sıradanlığın dışına kim çıkarabilir, ya da sıra dışı hayatlar dediğimiz hayatlar nerede yaşanır?